Yeni Şeyler Öğrenmek İçin Geç Değil
Bu makaleyi paylaş
Yeni şeyler öğrenmek için elli iki yaşımda Toyota fabrikasına gittim. Dediler ki, “Elli iki yaşındasın, orada ne öğreneceksin?” Son aşamada, vantilatör montaj hattında üretim hattı optimizasyonu odaklı farklı bir yarışma yapıldı. İstanbul’dan gelen insanlar Toyota eğitim merkezinde bir vantilatörü demonte alıp yarışarak monte etmeye çalıştılar. Bunu elli iki yaş yerine yirmi beşimde yapsaydım farklı olurdu ama yine de keyif aldım.
Öğrenen insanın hücreleri yenileniyor
Geç yapanlara mesajım var, evet erken yapsanız çok güzel olurdu, ama geç yapmanın da farklı bir katkısı var, çok güzel bir şarabı yirmi yıl sonra açmak gibi. Kendini eksik hissetmenin güzel bir yöntemi. Seksen yaşında İtalyanca öğrenebilecek miyiz? Şirketinizin yönetim kurulu başkanının yepyeni bir şey öğrenmesi çok hoş değil mi? 1990’ların başında Hollanda’da tanıştığım yetmiş beş yaşındaki Kaliforniyalı bir Yahudi tüccar üç saatlik İstanbul uçuşunda kariyeri hakkında bana önemli dersler verdi. Öğrenen insanın hücrelerinin yenilendiği ve daha uzun ayakta kaldığının kanıtı gibiydi.
Yaratıcı zekalarımız kör tıpalarla kapalı
Yazları İznik’teki evime giderim. İznik buraya yakın bir göl. Hangisi daha büyük, Sapanca mı diye sorduğum herkesten Sapanca yanıtını alırım. İznik Sapanca’nın beş katı. Buna ek olarak hem Osmanlı’nın hem Bizans’ın başkenti olmuş. Dünyanın en eski kil yataklarına sahip, Hristiyan aleminin hac merkezi ve yüzlerce İncil’den dördünün indiği yer. Orada yaşayan dostlarımın bu konulara pek ilgisi yok. Tarsus’ta okudum. Kleopatra kapısının önünden her geçtiğimde acaba bu kapı Hollanda’da olsa sevgililer gününde kaç milyon turist gelirdi diye düşünmüşümdür. Gel gelelim Franco İspanya’ya turizmde kim rakip olur araştırmasını yaptırdığında tek rakip olan Türkiye olarak topraklarımızdan geçen uygarlıkları ne kadar tanıyoruz.
Okumadan, anlamadan aylarca İznik’te yaşamak nasıl olur bilmiyorum. Öğrenme eğrimizle ilgili yaratıcı zekâyı tahrik etme kelimesi vardır. Bizim yaratıcı zekâlarımız kör tıpalarla kapalı ki tahrik olmuyoruz. Ben bunu denedim, hayatta gençken yapamadıklarınızı geç yaşta yapın, daha büyük haz alırsınız. Bunun formülü de sabahları kalktığınızda ben eksik biriyim diye düşünmek. O zaman telafisi geliyor.
Ya fil ölür ya Timur
Timur filleriyle Akşehir’e gelmiş halka zulmediyor. Demiş ki, “Fillerime şu şiirin şu dörtlüğünü ezberleteceksiniz, size iki ay süre!” Kasabalı perişan, akıl danıştıkları bir hocaya gitmişler, adam bizden böyle bir şey istiyor, ne yapacağız? Hoca ben hallederim demiş. Timur’un yanına gitmiş, “Sayın sultanım sizin gibi haşmetli birine kısa bir rubaiyi uygun bulmuyoruz. Biz on altı kıtalık bir şiir ezberleteceğiz izninizle,” demiş. Timur “Tamam, izin verdim,” demiş. “Bunun için altı ay istiyoruz,” demiş hoca. Timur, “Onu da verdim gitti,” demiş. Hoca kasabaya dönünce halk merakla sormuş. Hoca yanıtlamış, “On altı kıtaya altı ay aldık. Paniğe kapılmayın. Altı aya ya fil ölür ya Timur ölür, bu işten yırtarız.”
Bizim ülkemizde de bu tarz yaygın, ya Timur ya fil ölür bu işten kurtuluruz. Keynes’in dediği gibi uzun vadede hepimiz ölmüş olacağız zaten. Hem enerji, hem hayaller, hem erdemler kaybolacak, yarın o kaynaklar olmayacak. Öyleyse seneye düşünürüz, önce kaynaklarımızı optimize türünden cümleler kurmanın anlamı var mı?
Seneye de bir buçuk yıl!
Ünlü bir gazetenin finansal planlama konulu bir konferansında bir satış tahmin sistemi hakkında bir konuşma yapıyordum. Anlattıkça konu dallanıp budaklandı haliyle. Dinleyicilerden biri parmak kaldırıp sordu, “Bu sistemi kurmak kaç ay alır?” “Bir buçuk yılda sağlıklı bir şekilde kurulur” dedim. Soruyu soran kişi mutsuz bir şekilde yerine oturdu. Arkadan bir başkası elini kaldırdı dedi ki, “Beyefendiye buradan mesajım var, seneye de bir buçuk yıl!” Hatta şöyle bir örnek verdi, “İlkokulda aşı gelince arka kuyruğa geçerdim, ama sonunda yine aşı olunduğunu öğrendim.” Hayatımda çok şeyi erteledim ve bunun farkına vardım diyen bu adamı herkes alkışladı.
Bu işin üç boyutu var, enerji kaybı, hayallerin kaybı ve seneye de bir buçuk yıl olması. Şu bir gerçek ki okumamak, bilmediğimizi sormamak, bildiğimizi zannetmek dışında bir de erteleme eğilimimiz var. Seviyoruz ertelemeyi. Bunu seneye düşüneceğiz inşallah. Zamanı geldiğinde ele alacağız. Ne rahat bir duygu. Diyelim ki bütçe veya mali bir durum soruyorsunuz veya bir plan soruyorsunuz. Hemen şöyle bir cümle geliyor, “Efendim biz onu size birkaç ay sonra sunalım, daha güzelini hazırlamış olalım”. Bize erteleme teklif edenden uzak duralım ama biz de ertelemeyelim. Biz o tarih geldiğinde hayatta olabiliriz ama hayaller ortada kalmamış olabilir.
Haluk Ziya Türkmen