The Manager: Liderlerin oyunu!
Bu makaleyi paylaş
Futbolda takım çalıştırmanın sadece kadro kurmaktan ibaret olmadığını hepimiz biliyoruz, değil mi? Modern futbolda teknik direktörlük öyle bir hale geldi ki yalnızca bir grup futbolcuyu değil, aynı zamanda bir şehri, bir kulübü, bir taraftar kitlesini de idare edebilmeyi gerektiriyor.
Sınırsız yetenekteki bir grup genç milyoneri nasıl yöneteceksiniz? Takım içinde karşılaştığınız krizleri fırsata nasıl çevireceksiniz? İstikrarlı bir başarı için neler yapabilirsiniz? Yoğun bir baskı altında liderlik yapmaya nasıl devam edeceksiniz? Bu soruları sadece dünyanın en başarılı şirketlerinin CEO’ları değil, İngiltere Premier Lig’de görev yapmış efsane menajerler de cevaplayabilir…
Her bölümde farklı bir soruna değinen The Manager, özellikle kariyerlerinin bir noktasında bunlarla karşılaşan menajerlerin kendi ağızlarından anlattıkları deneyimlerle süslenmiş özel bir kitap. Yıllardır tekrar baskıları yapılan bu kitaptaki her satırda menajerliğin aslında bir “yöneticilik sanatı” olduğunu ve hem karşılaşılan sorunların hem de uygulanan yöntemlerin, insanın söz konusu olduğu her alana uyarlanabileceğini anlıyorsunuz.
Kitabın yazarı Mike Carson, menajerliğin artık kadro kurmanın çok daha ötesine geçtiği günümüz futbolunda bu “idare sanatı”nın en ince detaylarıyla ilgili her türlü senaryoyu gözler önüne seriyor. Dünya futboluna damga vurmuş birbirinden ünlü menajerlerinden bizzat dinlediğimiz hikâyeler de bizi bu mesleğin sahne arkasına götürüyor.
İyi bir lider olmak için ne gerekir?
İş hayatında olduğu gibi futbolda da başarılı olmak istiyorsanız liderlik önemli bir niteliktir ve zirvedekileri diğerlerinden ayıran en önemli özellik budur. Futbol dünyasına, özellikle de İngiltere Premier Ligi’ne bakıldığında; tepede yer alan menajerlerin futbola tutkuyla yaklaştığını, başarıyı takıntı haline getirdiklerini ve bununla motive olduklarını görebilirsiniz. İstisnasız hepsi nereye gittiklerine dair net bir fikre sahip, oraya nasıl gidebileceklerini biliyorlar, birlikte çalıştıkları kişilerin duygularına hitap etmelerini ve onu takip etmelerini sağlayacak becerileri var. Hepsinin bilgiye karşı bastırılamaz bir açlığı mevcut, öğrenme tutkusuyla dolu ve değişen koşullara uyum sağlama isteğine sahipler.
Peki futbolun dahi antrenörlerinin liderlik sırları neler? Bu yazı dizisinin ilk bölümünde Jose Mourinho ve Carlo Ancelotti’yi dinleyeceğiz. İkinci bölümde Arsene Wenger, Alex Ferguson ve Walter Smith yer alıyor. Hepsi ilk ağızdan bilgiler, yani görüşlerini bizzat dile getiyorlar. Tümünü The Menager’da okuyabileceğiniz bilgisini de ekleyelim.
JOSE MOURINHO – LİDERLİK SANATI
Dünya futbolunun en iyi teknik direktörlerinden biri olarak kabul edilen Jose Mourinho, büyük ihtimalle piyasadaki tüm meslektaşlarından daha fazla yetenekli oyuncuyla karşılaştı, onları cesaretlendirdi ve yönetti. Modern futbolun her bir köşesini adımlarken en iyi oyuncuları alıp potansiyellerinin maksimumuna ulaşmaları için motive etti ve dünyanın en yetenekli oyuncularına liderlik yaptı.
Mourinho liderliğin en önce bilgi temelinde oluştuğundan emin. Profesyonel futbolun en üst seviyesinde liderlik yapabilen birinin herhangi bir yerde de liderlik yapabileceği görüşü hoşuna gitse de buna pek inandığı söylenemez. “Liderlik yapan birinin sahip olduğu en önemli özellik, yol gösterdiğiniz kişilerin sizdeki bilgi birikiminin farkına varması. Bu yüzden çalıştığınız alanla ilgili birçok şey bilmelisiniz. Futbol hakkında çok şey bilirseniz bu konuda otomatik olarak iyi bir lider olacağınızı söylemiyorum. Futbolla ilgili fazla bilginiz yoksa liderlik yapamazsınız diyorum. Benim için en önemli nokta bu.”
Mourinho’nun dâhilerle baş edebilme becerisi, Chelsea’deki ilk sezonunda oluşturduğu arkadaşlıklar sonrası dünya çapında yetenekler ortaya çıkarmasıyla belirgin hale geldi. Stamford Bridge’e geldiğinde 41 yaşındaydı; yani oyuncularıyla arasında çok da büyük yaş farkı yoktu. “Zihinsel olarak onlardan çok da yaşlı değilim. Onların seviyesine inebilme becerisine sahip olduğumu düşünüyorum. Bence bu, onları anlamak için çok önemli. Onları ne kadar iyi anlarsanız o kadar iyi liderlik edersiniz. Sonuçta liderlikten liderliğe fark var. Oyuncularımın ‘O benim liderim, ona saygı duymalıyım’ demesinden hiç hoşlanmam. Bunun yerine ‘Ona saygı duyuyorum ve o benim liderim’ demelerini tercih ederim. Bu ikisi tamamen farklı. ‘Bunu yapıyorum çünkü bunu yapmamı söyledi ve buna mecburum’ diyebilirler ama ben ‘Ona o kadar inanıyor ve güveniyorum ki söylediği her şeyi yapmak istiyorum!’ demelerini isterim. Bu türden bir empatiyi tercih ederim.”
Mourinho bir menajerin oyuncularına verdiği değere açıkça ihanet eden bir olay anlatıyor: “Geçmişten bir hikâye… Oyuncularla uçak yolculuğu yapmanın iki yolu var: Ya hep birlikte business class’ta uçarsınız, ya da herkes için yer yoksa oyuncular orada uçarken siz de teknik ekibinizle birlikte ekonomi sınıfına geçersiniz. Benim business’ta gitme sebebim onların gidiyor oluşu. Herkese yetecek kadar yer yoksa arkalarında giderim. Bir süre önce bir kulübe, takımı sezon öncesi kampına götürmek üzere bir otobüs geldi. Yaptıkları ilk iş, menajer ve ekibini ayrı, oyuncuları ayrı götürmek oldu. Kendi kendime ‘Kötü başlangıç!’ diye düşündüm ve yanılmadım. Bir lider olarak hatırlamanız gereken şeylerden biri de sizin için çalışan insanların sizden daha önemli olduğudur.”
Çalışanlarına hizmet eden liderde merak uyandıran bir alçakgönüllülük vardır ve bunu hiçbir şeye aldırmadan güvenle yaptığında diğerlerine ilham verir.
CARLO ANCELOTTI – BİRE BİR İLETİŞİM
Liderliğin bir diğer önemli kolu da bire bir iletişim. Çalışanlarınızla güçlü bir bağ kurmadan başarılı olacağınıza inanıyorsanız size bir haberimiz var: Feci şekilde yanılıyorsunuz! Dünyaca ünlü teknik direktör Carlo Ancelotti’nin aslında basit bir felsefesi var: Her oyuncuyu anlamak. Adeta bire bir sanatını tanımlıyor. Liderliğinin temelinde bu yatıyor ve bundan asla vazgeçmiyor. “Futbolda bir fikriniz olabilir. Bu fikri gerçeğe dönüştürmenin tek yolu, diğer insanlara açıklamak; onların yapması gereken de sahaya çıkıp bu fikri göstermek. Bunun için menajerle oyuncular arasındaki ilişki kusursuz olmalı.”
Ancelotti’nin belki de kaderini belirleyen an, Roman Abramoviç’in satın aldığı Chelsea’ye gelişiydi. Jose Mourinho, Londra ekibine üst üste Premier Lig şampiyonlukları yaşatmasına rağmen Eylül 2007’de takımdan ayrılmıştı. Bunu takip eden iki sezonda kalburüstü profillere sahip üç menajer o koltuğa oturdu ancak hiçbiri kalıcı olmayı başaramadı.
Ancelotti’nin devraldığı oyuncu grubu, Mourinho’ya büyük sadakat duygusu besliyordu. Kendine Ancelotti’den daha az güvenen biri, farklı bir yaklaşım deneyebilirdi: Burayı kendine benzetene kadar her şeyi değiştir! Ya da Mourinho’yu seven oyuncuları takımdan yollayarak bir karşılaştırma yapılmasını engellemeye çalışabilirdi. Ancelotti farklı bir yol seçti: Oyuncuların arasına katılmak! Oyuncu grubuna zaman ayıracaktı. Onları hem profesyonel, hem de insan olarak tanıyacaktı. “Bu tür ilişkileri kurmak kolay değil ama çok önemli. Oyuncularımla eşit seviyede kalmam gerekiyordu; üstte değil ama altta da değil! Oyuncuların gerçek sorunlara sahip gerçek insanlar olduğuna inanıyorum ve sonuca gitmenin en iyi yolunun ilişki kurmak olduğunu düşünüyorum. Herkes farklıdır. John Terry çok açık sözlüyken Frank Lampard ve Ashley Cole daha tutucu ve sessizdir. Frank’le ilişkim, orada görev yaptığım dönemde gelişti. İlk başlarda biraz tutucuyken sonradan gayet iyi bir seviyeye geldi. Onunla görüştüğümüz son dönemde birlikte yemek yiyor, parti veriyor, çok iyi zaman geçiriyorduk. Çok güzeldi.” Chelsea sekiz ay sonra Premier Lig şampiyonu oldu…
Ancelotti’nin temel olarak yaptığı, empati kurmak. Bu, birçok lider tarafından “zayıf nokta” olarak görülüp dışlansa da aslında son derece zor bir eylem. “Bence oyuncunuza karakterinizi göstermelisiniz çünkü bir gruptaki bir oyuncuyla farklı, diğeriyle farklı ilişki kurmak gayet normaldir. Karakterinizi göstererek güven duygusu oluşturursunuz; ben bu sayede ne kadar zor ve beğenilmeyen kararlar vermiş olsam da dostluklarımı korumayı başardım.”
Tabii empati, yumuşaklık anlamına gelmez. Dünyanın önde gelen tüm menajerlerini meslektaşlarından ayıran ortak bir özellik var. Ancelotti buna örnek veriyor: “Futbolcuyken birlikte oynadığım bir oyuncunun daha sonra teknik direktörlüğünü yapıyordum. Oyunculuğumuz döneminde sahip olduğumuz ilişkiyi nasıl kırabilirdim? Arkadaş kalmıştık ama artık rolüm değişmişti. Artık oyuncu değil, teknik direktördüm ve kararlarıma saygı duymak zorundaydılar. Bu bazen hiç kolay olmuyor. Birkaç kez verdiğim kararın ardından bana gelip ‘Beni neden kadroya almadın? Arkadaş olduğumuzu sanmıştım!’ diyen oyuncular oldu. Onlara ‘Evet, arkadaşız ve öyle olmaya da devam edeceğiz ama bugün yedek kulübesinde oturmak zorundasın!’ cevabını verdim.”
Ancak bu, çok riskli ve üzerinde yürünmesi zor bir yol ve birçok lider bunu doğru biçimde yapmakta zorlanır. Bir lider bunu yanlış yaparsa oyuncularının saygısını kaybedebilir, takımın aldığı sonuçlar kötüye gidebilir, profesyonel ilişki ve itibarlar tamir edilemeyecek biçimde zarar görebilir.