Sıkılmış İnsanlara Nasıl Bir Şeyler Öğretebilirsiniz?
Bu makaleyi paylaş
Dikkatimizi vermemizin öğrenme üzerinde bir etkisi var mı? Cevap: Kesinlikle var. Bu gerçek herkes için geçerli. Anaokulu öğrencisi de olsa üniversite öğrencisi de olsa, dikkati daha iyi vermek her zaman daha iyi öğrenmeye eşittir.
Üniversitelerde verdiğim bütün derslerde öğrencilerime şu soruyu sorarım: “İlginin orta derece olduğu yani çok sıkıcı ya da çok heyecan verici bir ortamın bulunmadığı bir sınıfta, dersin bitmesi için saate bakmaya ne zaman başlıyorsunuz? Bu soruyu sorduğumda her zaman biraz kem küm etme, birkaç gülümseme ve sonra yoğun bir sessizlikle karşılaşırım. En sonunda biri ağzından çıkarıverir:
“On dakika, Dr. Medina.”
“Neden 10 dakika?” diye sorarım.
“On dakika sonra dikkatimi kaybetmeye başlıyorum. On dakika sonra bu işkencenin ne zaman biteceğini merak etmeye başlıyorum.” Yorumlar hep hayal kırıklığı içinde yapılıyor. Üniversitede bir ders süresi yaklaşık 50 dakikadır.
Peki bu 10 dakika sınırında ne oluyor? Hiç kimse bilmiyor.
Ders Anlatım Tasarımı: 10 Dakikalık Bölümler
Bu yanıtların birikmesiyle birlikte, anlatacağım bütün dersleri farklı modüllerden oluşturmaya karar verdim. Her bölüm (her zaman geniş, her zaman genel, her zaman konunun özüyle dolu ve her zaman bir dakika içinde açıklanabilen) tek bir ana kavramı kapsayacaktı. Dersler 50 dakikaydı, bu yüzden tek bir derste beş kapsamlı kavramı kolaylıkla bitirebilirdim. İşin püf noktası, her detayın en az zihinsel çabayla genel kavrama kolayca bağlanmasını sağlayabilmekti. Detaylar ile ana konu arasındaki ilişkiyi açık bir şekilde ve belirgin terimlerle açıklamak için dersin kapsamını anlatıyordum. Ayrıca düzenli olarak molalar veriyordum.
Sonra İşin Zor Kısmı Geliyordu
10 dakika geçtikten sonra, ana kavramı bitirmek zorundaydım. Neden bu şekilde bir ders anlatım yöntemi oluşturdum? Üç sebepten dolayı:
- Dinleyicilerin bir sunumun yüzde 20’si tamamlandıktan sonra dinlemeyi bırakma eğilimleri dikkate alındığında, anlattıklarımın dinlenmesi için başlangıçta yaklaşık 600 saniyem olduğunu biliyordum. Yeniden 10 dakika “kazanmak” için 601. saniyeden sonra bir şey yapmam gerektiğini biliyordum.
- Beyin, detaydan önce anlamı işlemden geçirir. Önce konunun özünü, yani ana kavramı vermek susuz bir insana büyük bir bardak su vermek gibiydi. Ve beyin hiyerarşiden hoşlanır. Genel kavramları anlatarak başlamak doğal bilgileri hiyerarşik bir şekilde açıklamaya sebep olur. En başta genel fikri açıklamak zorundasınız. Bunu gerçekleştirdiğinizde kavramada yüzde 40’lık bir gelişme olduğunu göreceksiniz.
- Eğitmenin anlatım planını, bir saatlik süreye serpiştirilmiş pek çok “nerede kalmıştık” tekrarlamalarıyla dersin başında açıklaması önemlidir. Bu dinleyicilerin aynı anda birden fazla görevi yerine getirmeye çalışmasını engeller. Eğitmen, bir kavramı dinleyicilere, bu kavramın sunumun geri kalan kısmıyla nasıl bir bağlantısı olduğunu açıklamadan sunmamalıdır. Aksi halde dinleyiciler eğitimciyi dinlemeye ve bu kavramın eğitimcinin söylediği diğer şeylerle nasıl bağdaştığını tahmin etmeye zorlanırlar. Bu durum, cep telefonuyla konuşurken araba kullanmaya çalışmakla özdeştir. O yüzden bağlantılar açıkça ve yinelenerek açıklanmak zorundadır.
Kancaya Yem Koyun
Dokuz dakika ve 59 saniye sonra dinleyicilerin dikkat seviyesi sıfır seviyesine düşmek üzeredir. Eğer hızla bir şey yapılmazsa, öğrencilerin anlattıklarımı takip etmek için verdikleri uğraşlar ardı ardına sonuçsuz kalacaktır. İhtiyaç duydukları şey nedir? Aynı tarzda daha fazla bilgi değil. Daha fazla bilgi verildiğinde gerçekten hiç hazmetme şansı olmadan midelerine besin tıkılan kazlarınkine benzer bir durum ortaya çıkar. Öğrencilerin, düşünce dizilerini bozan, bilgi akışını kopuk, dağınık ve dayatması bir hale sokan tamamen sonu dışı bazı fikirlere de ihtiyacı yoktur. 10 dakika bariyerini aşıp yeni topraklara ayak basmaların sağlayacak kadar güçlü bir şeye ihtiyaç duyarlar.
Bu kadar ilgi uyandırma potansiyeline sahip bir şey biliyor muyuz? Elbette biliyoruz. ESC (Duygusal yeterliliğe sahip uyarıcı). Böylece, anlattığım dersin her 10 dakikasında bilgi dünyasına yapmış oldukları gezide bir mola verdirmeye ve onlara şimdi kanca olarak adlandırdığım konuyla ilgili bir EECS göndermeye karar verdim, ders anlatımında daha fazla tecrübe kazandıkça en başarılı kancaların her zaman şu üç prensibi izlediğin buldum.
En Başarılı Üç Prensip
- Kanca bir duyguyu harekete geçirmeliydi. Korku, gülme, mutluluk, nostalji, kuşku… Duygusal paletin tümü uyarılabilirdi ve hepsi iyi sonuçlar veriyordu. Hikayeler özellikle canlı bir şekilde ve tam yerinde anlatıldıklarında etkili olabilir.
- Kanca konuyla ilgili olmalıydı. Herhangi bir hikaye veya anekdot olamazdı. Eğer her on dakikada bir sadece şaka yapsaydım ya da konuyla ilgisi olmayan bir anekdot anlatsaydım yaptığım sunum kopuk olacaktı. Ve daha da kötüsü başıma gelecekti: Dinleyiciler güdülerime güvenmemeye başlayacaklardı. Bilgi vermek uğruna onları eğlendirmeye çalıştığımı hissedeceklerdi. Dinleyiciler düzensizliği saptamada gerçekten çok iyidir ve küçük görüldüklerini hissederlerse öfkelenebilirler. Neyse ki, kancanın anlatılan içerikle son derece ilgili olmasını sağladığımda dinleyici gurubundakilerin eğlendirildiklerini hissetmek yerine konuyla bağlantı kurduklarını keşfettim. Aslında bir mola veriyor olsalar da anlattığım materyalin akışı için de kalıyorlardı.
- Kanca, modüller arasında yer almalıydı. Kancayı geriye dönerek, materyali özetleyerek, içeriğin bazı kısımlarını tekrar ederek 10 dakikaların sonuna yerleştirebilirdim. Ya da yeni materyali tanıtarak, içeriğin bazı kısımları hakkında ipuçları vererek, modülün başına yerleştirebilirdim. Bir derse bütün gün boyunca anlatılacak materyalle ilgili, ileriye dönük bir kancayla başlamanın sınıf içinde dikkati yakalamak için çok iyi bir yöntem olduğunu keşfettim.
Bu Kancalar Tam Olarak Neye Benziyordu?
Bu, ders anlatmanın gerçekten yaratıcı bir hale gelebildiği noktadır. Psikiyatrik konularla ilgili çalıştığım için, bazı tuhaf zihinsel patolojik vakalarla ilgili hasta geçmişleri, çoğunlukla öğrencilerin anlatılmak üzere olan materyal üzerinde yoğunlaşmasını sağlıyor. Şirketler dünyasından gelen dinleyicilere hitap ederken iş dünyasıyla ilgili anekdotlar eğlenceli oluyor. Ben genelde beyin biliminin iş dünyasıyla nasıl ilişkili olduğuna dair bir şeyler anlatırım.
Anlattığım derslere kancalar yerleştirmeye başladığımda dinleyicilerin davranışlarındaki değişiklikleri hemen fark etmeye başladım. İlk olarak, ilk 10 dakikanın sonunda hala konuyla ilgililerdi. İkinci olarak, bu 10 dakikanın sonunda bir diğer kanca verildiğinde bir 10 dakika kadar daha dikkatlerini koruyabiliyor görünüyorlardı. Dikkatlerini çekmek için verdiğim savaşı 10 dakikalık artışlarla kazanabilirdim.
Ama sonra dersin ortasına doğru iki ya da üç kanca kullandıktan sonra dördüncü ve beşinci kancaları atlayabileceğimi ve dinleyicilerin dikkatini hala elimde tutabileceğimi keşfettim. Bunun, modeli ilk kullanmaya başladığım 1994 yılındaki öğrencilerimden bugüne kadarki öğrencilerim için geçerli olduğunu keşfettim.
Bu, modelimin insanların öğrenim sürecine zamanlama ve duygusal dikkati çekmenin gücünü kazandırdığı anlamına mı geliyor? Öğretmenlerin ve iş dünyasındaki bütün profesyonellerin yapmakta oldukları şeyi bırakış bu modelin önemli özelliklerini kullanması gerektiği anlamına mı geliyor? Hiçbir fikrim yok ama bu soruların cevaplarını bulmak son derece mantıklı.
Beyin dikkatini sıkıcı şeylere vermez ve sıkıcı sunumlardan ben de en az sizin kadar bıkmış durumdayım!