Gelecek Odaklı Düşünmek
Bu makaleyi paylaş
Küçük Bir Yarının Bütün Bir Dünü Nasıl Telafi Edebileceği Şaşırtıcı
– John Guare, Bedenin Manzarası
Gelecek odaklı düşünmek hiçbir zaman kolay olmadı, ama eskiden ileriye bakmak bu kadar da zor değildi. Düşünecek olursak tarihimiz boyunca insanların başarısı, doğrudan doğruya isabetli tahminler yapabilme becerileriyle bağlantılı olmuş. Örneğin birkaç yüz yıl önce yaşamış bir tüccar, çok bilgili biri olmasa bile Dicle nehri civarında bir kuraklık olduğunu biliyorsa, buğdayının o bölgede daha fazla para edeceği tahmininde bulunabilirmiş. Bir zamanlar arıların yuvaya girme hızından yağmurun geleceğini anlayan, dağlardan ovaya inen kuşlara bakıp kar bekleyen insanlarmışız.
Oysa bugün öngörülmemiş bir gelişme, oyunun kurallarını sadece birkaç gün içinde değiştirebiliyor. Hepimiz bizzat yaşıyoruz. Kaldı ki eskiden bazı dünya sorunlarını bilmediğimizi kabullenmek kolaydı. Bir sorunu veya problemi duymadıysak, bizden o soruna dikkat kesilmemiz beklenemezdi. Bugün ise dünyada olup biten hemen her şeyden her an haberdarız. Bir açıdan bakacak olursak olası geleceğimiz hakkında her zamankinden daha bilgiliyiz, çünkü makro trendler belli. Küresel finans krizleri, gıda ve su kısıtları, ikinci üçüncü kuşak biyoyakıtlar gibi konularda mümkün olduğu kadar geniş bir gelecek görüşü var. Belirmekte olan manzaraya baktığımızda iklim krizini, kuantum bilgisayarları, küçülen ofisleri, büyüyen iletişim ağlarını, ekonomik güç merkezlerinin kaymasını ve daha önce görülmemiş bir toplumsal değişim hızını görüyoruz.
Fakat öte yandan, biliyoruz ki ne zaman durup geleceğe baksak, daha önce radarda olmayan farklılıklarla yüz yüze kalıyoruz. Zaten birçok gelecek programının temel kabullerinden biri, kesinlikler ve belirsizliklerle karşı karşıya olduğumuz.
Kısa Dönemli Ufkun Yeterince Uzağında
“Tatlı mesafe” dedikleri on yıl sonrasına değil de, daha uzağa, mesela elli yıl sonrasına bakmaya çalıştığımızda ne görüyoruz? Kesin olan bir şey var. Yaşanacak değişimlerin birçoğu günümüzün gerçekliğinden önemli biçimde ayrılar ve bu yüzden kolektif radarımızda görünmüyorlar. Kimi ağır ilerleyen süreçler, kimi de radikal devrimler…
Özetle elimizde oldukça net öngörebildiğimiz bilinenler ve bir de gelecekteki bilinmezlikler var. Bizi neler bekliyor, bilemiyoruz.
Bilimkurgu türünde kitaplar yazan William Gibson “Gelecek zaten burada, sadece eşit bir şekilde dağıtılmadı” diyerek gerçeği oldukça sert bir şekilde ifade ediyor. İklim değişikliğine inanmadıklarını söyleyen veya kirliliği, yoksulluğu ve savaşı umursamayanlar bile insanoğlunun işleri berbat ettiğine her gün şahit oluyor.
Çizgi filmci Walt Kelly’nin yarattığı Pogo karakterinin de dediği gibi “Düşmanla tanıştık. O düşman biziz.”
Joker Kartlarına Hazırlıklı Olmak
Kurumsal dünyada da işler farklı değil. Dünyanın her yerinde, her ölçekteki şirket için artık daha büyük riskler var. Bugünün mirasının yarın bir yük haline gelmemesi için geliştirmek zorunda olduğumuz yeni ürün, hizmet ve iş modellerini düşünmeleri gerekiyor. Geleceği düşünen inovatif şirketler, belli diploma, üniversite veya programlara öncelik vermek yerine, yaratıcılığı ve beceriyi üstün tutan yeni tercih kriterleri geliştirmeye başladı.
Kimi okullarda “öğrenme” olgusunun öne çıkarılıp “eğitim” olgusunun geri plana itilmesi konuşuluyor. Öğrencileri ders kitaplarıyla, soyut problemlerle eğitmeye, oyunu sadece teneffüslere sıkıştırmanın işe yaramadığını bilmeyen kalmadı. Kaldı ki işverenlere eleman adaylarında en çok aradıkları nitelikler sorulduğunda yaratıcılık, girişkenlik, yenilikçilik, azim ve espritüellik gibi maddeleri peş peşe sıralıyorlar.
Peki o zaman bir düşünelim. Türkçe derslerinde doğru gramere verdiğimiz önemi, tasarım ilkelerine niçin vermiyoruz? Çarpım tablosu kadar renk teorisine de aynı vurguyu yapmakta ne sakınca var? Dünyaya robotların bakamayacağı şekilde bakmaları için çocuklara ve gençlere karşı inanılmaz özenli olmalıyız. İnsanların üçüncü, dördüncü ve onuncu nesil teknolojiyi nasıl kullanacaklarına dair hiçbir fikrimiz yok.
Yapay Zekayla Bağlantımız Artık Hiç Kopmayacak
Dünyanın önde gelen eğitim düşünürleri yaratıcı düşüncenin okuryazarlık kadar önemli olduğunu ve onu da aynı statüde ele almamız gerektiğini boşuna söylemiyorlar. KoçSistem Yayınları’nca Türkçeleştirilen Whiplashisimli kitabında Jeff Howe şöyle diyor: Gelecekte, ropot ve yapay zekalarla bağlantılı büyüyeceğiz. Sonrasında da o bağlantı hiç kopmayacak. İnsanları, sanayi çağı sonrası ve yapay zekâ çağı öncesine uygun hale getirmeyi değil de, fabrikalarda verimli çalışmaların sağlayacak, et temelli robotlara dönüştürmeyi amaçlayan bu eğitim sistemini neden sürdürmek zorunda olalım ki?
Gelecek Şoku
Elli yıl önce Alvin Toffler, yabancı ülkelere seyahat edenlerin yaşadığı, yönelim bozukluğu, mantıksızlık ve halsizlik içeren kültür şokundan farklı olmayan “gelecek şoku” konusunda bizi uyarmıştı. “Yalnızca bir bireyin değil, bütün bir toplumun, bütün bir neslin bu yeni dünyaya aniden taşındığını hayal edin. Sonuç, kitlesel yönelim bozukluğu, büyük ölçekte gelecek şokudur.”
Bugün Toffler’ın geleceğini yaşıyor gibiyiz. İklimimiz ve temel teknolojilerimizdeki bu kadar çok dönüşüm karşısında herkesin geleceğe yönelik düşünme becerileri öğrenmesi esas. Gelecek hakkında ne kadar çok pratik yaparsak, o kadar iyi olacağız. Araştırmalar, gelecek hakkında düşünmenin (prospektif olarak bilinen bir süreç) daha tatmin edici yaşamlar sürmemize ve daha ihtiyatlı kararlar vermemize yardımcı olduğunu söylüyor. Geleceğe hazırlık yapan pragmatik kuruluşlara da potansiyel joker kartlarını gözleyecek adanmış bir ekip kurmaları tavsiye ediliyor.
Özetle, basit sistemlerin hakimiyetindeki bir dünyadan karmaşık sistemlerin kuşattığı bir dünyaya geçtik. Gelecekteki değişimin itici kuvveti ulusal/küresel düzeyde olduğu kadar bireysel düzeyde de önem taşıyan ciddi bir konu. Önümüzdeki müthiş fırtınayı durdurmak için herkesin sesini ve enerjisini işin içine katması gerekiyor. Dünyayı değiştirmek için önce kendimizi, sonra da iş yapma biçimimizi değiştirmeye odaklanmalıyız. Karamsarlık gibi bir şansımız yok. Devam etme gücünü yitirdiğimiz takdirde cama KAPATIYORUZ tabelası asıp ışıkları söndürür ve ceketimizi alır çıkar gideriz. Ama bunu yapma gibi bir lüksümüz olmadığını hepimiz iyi biliyoruz.