Futbolun Ünlü Liderlerinden Tüyolar
Bu makaleyi paylaş
The Menager, dünya futbolunun bazı ünlü liderlerinin çalışmaları, düşünceleri, duyguları ve uygulamalarına bir bakış sunuyor. Elbette bir kitap hikayenin tümünü anlatmaya yetmez ama The Menager bize çok önemli bir hikaye anlatıyor: Sıklıkla tekrarlanan ama yine de sıklıkla unutulan bir hikaye. Bu, insanların hikayesi. Tüm menajerler tek bir şeyde hemfikir. Liderlik tamamen insanlarla alakalı…
ARSENE WENGER – “BİZ” OLMAK
Başarılı olacak ortamı yaratmak, bir liderin rolünün temel bileşenidir. İnsanlarla bire bir iletişim kurmak tabii ki cevabın bir parçası ama bundan daha fazlası da var. Lider, bir vizyon belirleyip kendisi için görev yapan insanları, savaşarak bu hedefe ulaşabileceklerine inandırmalı. Takımının davranışlarını yönlendirmeli çünkü doğru davranışlar yarar sağlarken kötü olanlar sağlamaz. Bunun da ötesinde, insanların kendi başına karar verebilecek seviyeye gelmesine yardım edecek bazı değerler oluşturmalı. Hatta bazı insani ihtiyaçlara hitap etmeli yoksa insanlarını kaybetmeyi göze almalı.
Efsane Fransız menajer Arsena Wenger’in yeteneği, insana bir bütün olarak hitap etmesi. Onlarla sadece futbola yetenekleri olduğu için değil, insan oldukları için de ilgilendiğini oyuncularına gösterir. Aynı zamanda yeteneklerini toplumu yeniden şekillendirmek için kullanmaları yönünde çağrıda bulunur. Bu tarz bir liderliğe olumlu yanıt veren oyuncular olduğu gibi vermeyenler de vardır. Ama önemli olan, bu güçlü inançların daima arkasında durması ve reddedilemez insani ve sportif başarılar gerçekleştirmesi.
Wenger’e göre spor, kupa kazanmak ve gösteri sunmakla olduğu kadar değerlerle de ilgilidir: “Takım sporlarında dayanışma çok önemlidir. Birlikte olmak ve bir şey için birlikte mücadele etmek işe duygu katar ve ilgi büyür, bir anda her şey ‘ben’ olmaktan çıkıp ‘biz’ haline gelir. İnsan, bilinçaltında tek başına hiçbir şey olmadığını ama bir takım içinde harika şeyler başarabileceğini anlar. Bu yüzden bir lider, insanların genç yaşta ‘birlikte’ olmanın ‘ben’ olmaktan daha fazla şey verebileceğini anlamasına yardım eder. Hayatınızın belli döneminde egonuz devasa bir hale gelir. 20, 21, 22 yaşındaysanız dünya sizin etrafınızda döner ve bu, bir insanın gelişimi için gayet normaldir. İşte o dönemde bir liderin, oyuncusunun bunun önemli olduğu ama takımın daha da önemli olduğunu anlamasına yardım etme konusunda büyük rol oynadığına inanırım.”
Elbette bir oyuncu için bu derin motivasyon konusunda madalyonun bir de diğer yüzü vardır. Bu motivasyonun kendisini ifade etmesi için gerekli kanalı sağlama görevi menajerindir. Wenger bu zorluğun haftada bir su yüzüne çıktığına dikkat çekiyor: “Menajer olmanın en büyük zorluklarından biri, her cuma sabahı 14 kişiyi kovup pazartesi sabahı onları tekrar işe almak ve ‘Pekâlâ, baştan başlıyoruz. Sizi tekrar yanıma alıyorum’ demektir. Elbette bu çok zor. Oynamayan ya da sakat olan biri, kendini faydasız hisseder. İşimizin zorluğu ve kulüp için önemli olan, bu kişilerle ilgilenmektir. Yani bir oyuncu oynamıyorsa kendini tehlikede hisseder ve bu durumdan nasıl çıkabileceğini sorgular. Bu yüzden ne kadar iyi olduğunu gösterecek durumda olmayan insanlara kulüp içinde saygılı davranıp şans tanımak çok önemli.”
O halde liderin görevi, çalışanlarına duygu, değer, istek, ihtiyaç ve korkuları üzerinden hitap etmektir. Bu şekilde bireyler ve takımdan gerçek anlamda verim alabilir. İşte bu yüzden Wenger kendini duygularla çalışmaya, inanç ve motivasyonları belirlemeye ve pratik değerler yerleştirmeye adamıştır.
ALEX FERGUSON – SÜRDÜRÜLEBİLİR BAŞARI
Futbol tarihinin en büyük liderlerinden biri de, İskoçya’nın mütevazı kulüplerinden Aberdeen’e yaşattığı lig ve Avrupa zaferinin ardından başına geçtiği Manchester United’ı futbol dünyasının en büyük markalarından biri haline getiren Alex Ferguson.
Ferguson’un futbol liderliğiyle ilgili basit bir felsefesi var: Hiç kimse kulüpten büyük değildir. Bu ilke, özellikle Manchester United’ın yakaladığı istikrarın en büyük nedenlerinden biri olarak görülüyor. Diğer kulüpler bir yıldız oyuncuya göre bazı kurallarını çiğner ya da esnetirken United bunu yapmadı. Yıldızlar ya Old Trafford’da yaratıldı ya da ithal edildi; neredeyse hepsi United’a geldikten sonra daha da parladı. Ama hepsi gelip geçerken, başarı ve büyümeyle geçen çeyrek yüzyılın ardından kulüpte herhangi bir küçülme belirtisi görülmedi. Bir anlamda Ferguson bu kulübe can verdi. O, küresel bir kuruluşla o kadar özdeşleşmiş ki artık hangisinin hangisini biçimlendirdiği belli olmayan seçkin bir lider grubunun parçalarından biri.
Baskı altında karar verme becerisi, büyük liderlerin özelliklerinden biri. Ferguson uzun vadeli başarısında en büyük payın karar verme becerisine ait olduğunu düşünüyor. “32 yaşımda bu işe başladığımda, hayatımda ilerlediğim nokta düşünüldüğünde liderlik özelliğine sahip olduğumu söyleyemezdiniz. Bana kalırsa o yaşta biri olarak daima iyi karar veren biriydim. Doğru ya da yanlış, her zaman bir karar vermeye hazırlıklıydım ve bunu lehime kullandım.”
Manchester United’a geldikten sonra oluşturduğu altyapı kultüründen bahsederken Ferguson’un gözlerinde büyük bir gurur beliriyor: “Bu olağanüstü genç oyuncuları yetiştirerek kulübün tarihini yeniden yazdılar. Bu da herkeste oyuncu izleme, antrenman yaptırma, kulübe alınacak en iyi ismin kim olduğuna karar verme ve bunun gibi birçok alanda işlerini iyi yapmış olduklarına dair bir tatmin duygusu yarattı.” O halde Ferguson’a göre bir futbol kulübü oluşturmak, yeni nesle ve sürdürülebilir başarı yaratmaya yatırım yapmakla aynı anlamı taşıyor.
Peki çarkın son dişlisi ne? Ferguson bu kutsal görev konusunda altyapı ekibine güvenirken bireysel ilgisini de kesinlikle yitirmedi. Sadece Manchester United’ın değil, dünya futbolunun en unutulmaz kalecilerinden Peter Schmeichel, Ferguson’un United’da çalıştığı dönemde antrenman tesislerine gittiği bir günü hatırlıyor: “Onunla tesislerde biraz dolaşıp genç oyuncuların antrenmanını izledik. İçlerinden birini göstererek ‘Bu çocuk 15 ya da 16 ay sonra ilk resmi maçına çıkacak’ dedi. İşte böyle plan yapıyor. Tabii bunu asla o oyuncuya söylemiyor. Sadece bir sonraki maç hakkında konuşur.” Alex Ferguson’un yorulmadan yaptığı çalışmanın verdiği mesaj şu: Bir sonraki nesli inşa etmek, gerçek anlamda sürdürülebilir başarı yakalamak isteyen bir lider için en önemli iştir.
WALTER SMITH – KRİZ YÖNETİMİ
Kriz ve revizyon birbiriyle bağlantılı kavramlardır ve ikisi için de en kilit öğelerden biri tercihtir. Kriz bir tercih noktası, liderin “Nasıl karşılık vermeliyim?” dediği bir yerdir. Birçoğumuz bunun olumsuz ve dramatik bir durum olduğunu düşünür (ve olabilir de) ama bu kelime esasında “belirleyici an” ya da “dönüm noktası” anlamına gelir. Ne var ki Çincede kriz kelimesini oluşturan harfler (wei ji) aslında “tehlike” (ya da “risk”) ve “fırsat” anlamı taşır. Kriz kışkırtıcı bir eylemdir ve düşünceli lider “Fırsat bunun neresinde?” diye sorar. İskoç devi Rangers’ın başında iki farklı dönemde görev yaptığı 11 yılda 21 kupa kazanan Walter Smith, futbol tarihinde kriz yönetimiyle öne çıkan en başarılı liderlerden biri.
Havadayken bir uçak inşa etmenin düşüncesi bile gülünç. Buna rağmen bir menajerden başarısız olan ya da kötü performans sergileyen bir takımı kriz anında devralmasını istemenin bundan hiç farkı yok! Her hafta antrenman yaptırması, takımı çalıştırması, analiz etmesi, kadro seçmesi, ilham vermesi gerekir. Kulübün sahibinden taraftarlar ve basına kadar geniş bir sosyal paydaş yelpazesi ve hazırlık, oynama ve sonrasının tün getirileriyle maçların kendisinden bahsetmeye gerek bile yok. Aynı zamanda kulübü kökünden değiştirecek temel işler de söz konusu: Yeni bir vizyon oluşturup uygulamak, oyuncuları ve sosyal paydaşları olaya dahil etmek, kadroyu yeniden şekillendirmek, oyuncu alıp satmak, endişeyle olduğu kadar dargınlık ve eleştirilerle de baş etmek ve hedef doğrultusunda gelişimi gözlemlemek.
Kriz anlarında başarı ya da her türlü revizyon için takımın o anki ihtiyaçlarıyla (uçağı havada tutmak) gelecekteki başarılar için gerekli uzun vadeli ihtiyaçları (uzun yıllar boyunca uçacak bir araç inşa etmek) arasında dengeyi sağlayan bir lidere gerek vardır.
Rangers harika bir tarihe sahip köklü bir kulüp. 1986 yazında Graeme Souness menajerliğe gelirken yanında tecrübeli bir yardımcı antrenör olan Walter Smith’i getirdi. Souness yedi yıldır kupa kazanamayan ve ezeli rakibi Celtic’in bir hayli gerisinde kalan bir kulübü devralmıştı. Smith’in anlattığına göre bu tip durumlardaki birçok lider gibi o da bir dizi zorlukla karşı karşıyaydı: “Oraya gittiğimizde bizi bekleyen zorluk hızlı hareket etmek, değişiklikler yapmak ve takımı başarıya ulaştırmaktı. Bu doğrultuda ilk aşama; yeni oyuncular transfer ederek bir etki yaratmak, eski düşünce yapılarından kurtulmak, temel idari öğeleri doğru yapmak ve sonuç almayı beklemekti ve bu gerçekleşti.”
Revizyona giden her lider gibi futbol menajerleri de çalışanlarının düşünce yapılarını değiştirmenin çok kritik olduğunu düşünür. Graeme Souness-Walter Smith ikilisi Rangers’ta göreve geldiğinde bazı şeylerin değişmesi gerektiğini fark etti. Oyuncular artık en iyi olmadıklarına ikna olduğunda saha içi ve dışında olumsuz ve zarar verici davranışlarda bulunmaya başlayabiliyor. Şikâyet ediyor, birbirini suçluyor, sinirleniyor, tartışıyor, surat asıyor, basit hatalar yapıyor… Tüm bu davranışlar her takıma, özellikle de hızlı bir gelişim amaçlayan yüksek profilli bir takıma zarar verir.
Smith, Souness’ın ilginç bir yöntemi olduğunu anlatıyor: “Uzun süre başarı gelmediğinde oyuncular bunun normal bir şey olduğunu ve daha iyisini yapamayacaklarını düşünmeye başlar. Onlara o günlerin geride kaldığı ve bunun tamamen değişeceği inancını aşılamak çok önemliydi. Tabii bunu söylemek, yapmaktan daha kolay. Rangers’a geldiğimizde herkes büyük değişiklikler olacağına dair bir izlenim edindi. Gerçekteyse değişiklikler son derece gösterişsizdi: Sadece üç ya da dört oyuncu aldık, çoğunlukla devraldığımız kadrodaki oyuncularla çalışmaya devam ettik. Ne var ki onlardan hemen olumlu tepki aldık ve ilk sezonumuzda lig şampiyonluğunu ve Lig Kupası’nı kazandık.” Yönetici ekibi kökten temizlik izlenimini takdir etti ama kendini buna kaptırmadı ve her zaman gerçekçi davrandı.
Hem kriz anlarında hem de revizyon sürecinde elde ettiği olağanüstü başarılar göz önünde bulundurulduğunda, Smith için dibe vurduğu anları unutmak kolay olsa da bunların gerçekleştiğinden emin: “Rangers’ta dibe vurduğum an ikinci yılda geldi. İlk yıl yakaladığımız başarıyı geliştirmek için yeterince şey yapmadık. Bu bizi biraz yavaşlattı ama biraz gelişim gösterip birkaç oyuncu alınca yeniden çıkışa geçtik. Bu, Rangers’ın İskoç futboluna egemen olduğu dokuz yıllık sürecin başlangıcıydı.” Buradan alınacak ders şu: Kriz sonrası yaşanacak tökezleme, felaket anlamı taşımaz. Bir kez daha liderin karşılaştığı zorluk gerçekçi kalabilmesi. İş hayatında olduğu gibi futbolda da eleştirilmek için fazla yenilgi almanız gerekmez. Başarılı bir lider, kısa vadeden geçip uzun vadeye adapte olur. Çok azının bunu başarılı bir şekilde yaptığına şaşmamalı!