Değişim korkutuyor mu?
Bu makaleyi paylaş
Değişimi gözlemlemek için bundan beş yıl önceki fotoğrafa bakmamız yeterli. Bunu iş yerindeki yıl sonu etkinliğinde ve motivasyon toplantılarında çektirdiğimiz fotoğraflara göz atarken çok yaşardık.
“Aaaa sen ne kadar değişmişsin. Saçların kısaymış. O zamanlar daha kilolu muymuşum? Masada duran cep telefonuma bak tuşluymuş o zamanlar. Beş yıl önce pantolonlar ne kadar da renkliymiş, bayılarak giyiyordum ama çok demode geliyor şimdi” gibi yorumları hepimiz yapmışızdır.
Bizim gibi, teknoloji de, moda da, iş hayatı da büyük bir değişim içinde. Bu değişim, her zaman vardı ama daha az hissederdik. Şu an çok daha net bir şekilde hissettiriyor kendini değişim rüzgarı.
Peki korkuyor muyuz değişime ayak uyduramamaktan?
Bu arada konuya hızlı bir şekilde girmişim. İşteokur’un değerli talebi üzerine her ay sizlere yazılarımla ulaşacağım için çok mutluyum. Çok değerli bu platformda bana da bir köşe ayırmaları ve sizlerle buluşabilmem büyük bir onur kaynağı oldu benim için. Ben Hande Muğlalı. Kurumsal hayata veda edip iş hayatına yaşadığım deneyimleri ve iş yaşamıyla ilgili okumalarımı, meraklarımı, çıkarımlarımı, sezgilerimi yine iş hayatındaki insanlarla paylaşmak istedim. Amacım ve hayalim bir gün dünyada insan odaklı kurumların çoğalması ve Türkiye’deki kurumların ise dünyada bu konuda tanınır bir hale gelmesi. Bunun için tek başıma çabalamam mümkün değil elbette. O yüzden düşünemeyeceğim kadar çok insana dokunmam gerekiyor. Bunu yapabilmek için İnsan Odaklı Liderlik (İOL) programını kurdum. Detayları buradan takip edebilirsiniz. Fazla uzatmadan kaldığım yerden devam edeyim.
Hepimizde, az da olsa bu hızlı değişen dünyada bir şeyleri kaçırma korkusu oluşmaya başladı. “Yeteri kadar kitap izleyebiliyor muyum? Hayatı düzgün bir şekilde yaşıyor muyum? Kendime vakit ayırıyor muyum? Bunları yaparken güncel, kültürel, sanatsal konulardan ne kadar haberdar kalıyorum?” Bunlar hep aklımızda bizi rahatsız eden sorular.
Bunun yanında iş hayatında da beklentiler oldukça hızlı değişiyor. Artık şirketlerde şu cümleyi kuran kaldı mı bilmem ama bugünden sonra modası geçmiş olacağına eminim:
“Benim görev tanımımda bu yazmıyor”
21. yüzyılda görev tanımınızı değişen koşullara göre siz yeniden inşa edeceksiniz; hem de defalarca. Bunu üstlenme kabiliyetiniz zaten o şirkete olan katkınızı ortaya koyacak. İşleri reddetmek değil, üstlenmek, sahiplenmek, yaratmak, üretmek, kurmak gerekiyor.
“Bana bunu sağlamadılar ki” bakış açısı yerine “bunu elde etmek için hangi kabiliyetimden yaralanabilirim? Hangi yetkinliğimi iyileştirebilirim?” bakış açısına sahip çalışanlara ihtiyacımız var. Evet bu bir bakış açısı yani bir zihniyet. Nasıl bu zihniyet tüm organizasyona yayılabilir?
- İşe alımda bu konuya öncelik vererek,
- İnsan odaklı liderler yetiştirerek,
- Psikolojik güvenlik ortamını sağlayarak.
Peki bu ihtiyaçlar nereden çıktı? Neden bunlar daha önce çok da gerekli değildi?
Çünkü insanoğlu çalışanların işini sevmesine veya işini terk etmesine yol açacak konuların sadece buz dağının görünen tarafı olduğunu sanıyordu. Oysaki öyle olmadığını ilk önce psikologlar tarafından yürütülen bilimsel araştırmalardan daha sonra ise beyin inceleme ve araştırmalar sayesinde öğrendik. Hatta bu araştırmalar, işini terk ettiren nedenleri ortadan kaldırmadan işini sevdiren nedenlere odaklanmanın da fayda sağlamadığı gerçeğini de ortaya koydu.
İşimizi terk etmemize yol açan nedenlere bakarsak:
-Maaş seviyesinin düşük olması
-Yönetici ve arkadaşlarla iletişimde eksiklik
-İş yerinde psikolojik güvenlik ortamının sağlanmamış olması
-İş güvenliğinde eksiklikler
-Yönetici kalitesi
-Politika ve kurallar olarak listeleyebiliriz.
İşimizi sevmemize, potansiyelimizi gerçekleştirmemize, pasif değil aktif bir zihin yapısı geliştirmemize yol açacak etmenler ise şunlar:
-Kişinin başarısının kurum tarafından görülmesi
-Fikirlerin önemsenmesi, kararlarda fikirlerin sorulması
-Yeteneklere uyumlu işlerin eşleştirilmesi
-Sorumluluk ve yetki verilmesi
-Gelişim için fırsatların var olması,
-Kişilere kendini yönetebilme fırsatı verilmesi.
Eskiden yöneticilerin ve insan kaynaklarının odağında verimlilik varken, şu an hem kurumların hem de çalışanların verimlilikten daha fazlasına ihtiyacı var. O da, kişinin potansiyelini gerçekleştirebilmesi.
Anlamlı bir hayat yaşamak için insanın potansiyelini gerçekleştirmesi gerekiyor. Aksi halde zihin, bu dünyaya geliş amacına uyumlu bir hayat yaşayamaz ve uzun dönemli tatmin sağlanamaz. Kurumlar için ise önemli olan, sadece iş saatlerinde çıkarılan ürün/hizmet miktarından çok daha fazlası. Çalışandan kendini işe adaması, yeteneklerinin farkında olup yaratıcı işler çıkarması, kendinden beklediklerinin kendisinden beklenilenden fazla olması, kısacası kendini aşmasını bekliyor olacağız.
Çünkü artık 21. yüzyılın sorunları 20. yüzyıldakinden daha karmaşık. Çözülmesi gereken sorunlar geçmiş dönemde bilinen yöntemlerle değil, yepyeni yaratıcı yöntemlere ihtiyaç duyuyor. Bu sorunlar, daha fazla insanı ilgilendiren, daha fazla empatiye ihtiyaç duyulan, daha kompleks sorunlar. Artık bu sorunları çözmek için daha fazla bilişsel yeteneklere ihtiyaç duyuyoruz. Ben yetkinlik ihtiyacındaki değişimi bir metaforla anlatıyorum. Yaşadığımız çağı yürüdüğümüz yola benzetiyorum. Yol değiştikçe ayağımıza giydiğimiz ayakkabının özellikleri de değişmeli. Mesela yaz aylarında asfaltta yürümek isterseniz ayakkabı tabanı, sıcağı ayağınıza iletmeyecek yalıtımlı bir taban olmalı. Ayakkabının üst yüzeyi ise sıcak günlerde hava almayı ve ayağın terlememesini sağlayacak özellikte ve incelikte olmalı. Ama yol ve iklim koşullarınız değişirse, yağmurlu bir günde dağ yürüyüşüne çıktığınızı varsayalım demin bahsettiğimiz ayakkabı sizi yarı yolda bırakacaktır. Bu yol ve iklim koşullarında su geçirmez ve sağlam bir ayakkabı giymeniz gerekir. Burada ayakkabı, tahmin ettiğiniz gibi yetkinliklerimiz. Şu anda edindiğimiz yetkinlikler beş sene sonra işe yarayacak mı ya da yeterli olacak mı? Muhtemelen hayır. Çünkü yazının en başında söylediğim gibi dünya hızla değişiyor. Yani yol koşulları sürekli değişken. Bu duruma çabucak adapte olan şirketler ayakta kalmaya devam edebilecekler. Diğerleri ise aramızda olamayacaklar.
Dünya Ekonomik Forumu’nda 2025 yılında çalışanlardan beklenen yetkinlikler listesine baktığımızda şunları görüyoruz:
-Analitik düşünce ve inovasyon
-Aktif öğrenme
-Karmaşık problem çözme
-Eleştirel düşünme
-Girişim, yaratıcılık, özgünlük
-Liderlik, sosyal etki
-Teknoloji kullanımı
-Teknoloji tasarımı ve programlama
-Rezilyans ve stres toleransı
-Muhakeme, problem çözme ve kavrayış yeteneği
Peki biz şirketler olarak;
Bu yetkinliklere sahip kişilerle uzun dönem çalışabilme kabiliyetimiz konusunda neler düşünüyoruz? Sizce bu özelliklerin dördüne sahip olan bir çalışan bizimle çalışmak ister mi?
Ya da bir çalışan olarak;
2025’e kadar bunlardan hangilerini geliştirmeye daha fazla ihtiyacımız var?
Bu yetkinlikleri geliştirdiğimde dünyada nasıl fırsatlar bizi bekliyor?
Biraz hayal edelim. Sonra da eyleme geçelim, ne dersiniz?
Hande Muğlalı
Mentor/Eğitmen/Danışman