Bu yazıyı paylaş
İnsanlık olarak deyim yerindeyse algılarla yaşıyoruz. Devletler, hükümetler, şirketler, çalışma arkadaşlarımız, aile bireyleri, eş ve dostlarımız… Temasta olduğumuz herkes ve her şey için zihnimiz birtakım süreçler yürütüyor. Bu süreçlerin sonucunda ön yargı, düşünceler, duygular ve hikayeler üretiyor. Peki tüm bu çıktılar ne kadar sağlıklı? Özümüze ulaşmak için tüm bu süreci nasıl yönetmeli nelere dikkat etmeliyiz? Kısacası:
Kimse seni kandıramaz.
Peki, ya sen kendini kandırıyorsan?
- Hikâyen hatırladığın gibi değil.
- Duygu ve düşüncelerin senin değil.
- Sahip oldukların seni tanımlamıyor.
Hikâyen değilsin.
Geçmişe dair hikâyelerimizi tıpkı dijital platformlarda bir video izlerken yaptığımız gibi “oynat” tuşuna basarak hatırlayabileceğimizi düşünüyoruz. Oysa hikâyelerimizi hatırlarken yaptığımız işlem çok daha farklı. Beynimiz geçmişe dair çeşitli bölgelerden anılar çağırıyor ve bu çağrışımları yeniden biçimlendiriyor.
Bilim insanlarının da keşfettiği gibi, beynimiz bu süreçte sıklıkla hata yapıyor. Kendi öznel yorumlarımızı da sürece dahil ediyor.
“Bizim hikâyemiz, geçmişimize attığımız bir çapadır. Hikâyeyi ortadan kaldırırsak, öznel yorumlarımızın tuvalini de sileriz. Özgür kalırız.”
Duygu ve düşüncelerin değilsin.
1950 ve öncesinde, düşüncelerin bilinçaltımızdaki isteklerimizle ilgili olduğu fikri oldukça popülerdi. Fakat yeni yaklaşımlar bu miti ortadan kaldırdı. Her insanın zihninde birçok kontrol edemediği düşünce beliriyor. Ve bu düşüncelerin etkisiyle duygular yaşıyoruz. Fakat, araştırmacıların birçoğuna göre zihnimizde beliren düşüncelerin çok büyük bir kısmını bilinçli olarak kontrol edemiyoruz. Haliyle bu düşüncelerle gerçekleşen duygusal tepkiler de aslında bizi yansıtmıyor.
Sahip oldukların değilsin.
Ürünlerini geniş kitlerle buluşturmaya çalışan firmalar, sosyal ağlardaki içerik üreticileri, TV programları, reklamlar… Dış görünüşümüzün karakterimize olan etkisini vurguluyor.
“Lüks bir arabanız varsa başarılısınız demektir.”
Oysa kim olduğumuzu sahip olduğumuz şeylerle karıştırdığımızda, kendi içimizde olduğu kadar diğer insanlarla aramızda da acı, bölünme, yetersiz hissetme duyguları yaşıyoruz.
“İnsanlar sevilmek için, eşyalar ise kullanılmak için yaratılmıştır. Bu dünyadaki karışıklık, eşyaların sevilmesi ve insanların kullanılmasıdır.”
Daha kapsamlı bir okuma için İçten Dışa kitabına aşağıdaki görsel üzerinden ulaşabilirsiniz: